Hipertansiyon

 

Kan basıncının normal olan değerlerin üst sınırından yüksek olması haline hipertansiyon (yüksek tansiyon) denmektedir. Hipertansiyon en sık karşılaşılan sağlık problemidir. Tüm dünyada, erişkin nüfusunun yaklaşık dörtte birinde, 65 yaşın üzerinde olan kişilerin ise üçte ikisinde hipertansiyon olduğu düşünülmektedir.

Normal tansiyon olarak genelde 12-8 değerini duyarsınız. Bu 120/80 mm-Hg değerine tekabül etmektedir. Bu değer genel olarak kan basıncını değerlendirmede kullanılan bir sayı olup, toplumsal değeri olmasına rağmen bireysel önemi yoktur. Zira her kişinin kendine özel tansiyon değerleri vardır. Hipertansiyonlu hastalarda mevcut yakınmalar  

Hipertansiyon için sessiz katil ifadesi kullanılır. Hastalar, başlangıçta hiç bir sıkıntı duymazlar. Hatta çoğu kişi kendini daha enerjik bile hissedebilir. Tansiyon yüksekliği vücutta oluşan bir problemi düzeltme için vücudun kendi kendine uyguladığı bir kompansasyon mekanizması olarak da devreye girebilir. Dolayı ile hastalar kendilerini kötü hissedeceklerken devreye giren bu mekanizma sayesinde yakınmalar ortaya çıkmaz. Hatta kendisini daha iyi hisseder. Durum ilerledikçe, komplikasyonlar başlasa bile kişinin farkındalık ve vücudunda olanları algılama derecesine göre hala yakınmalar hissedilmeyebilir. Hissedildiği zaman da tedavi için çoğunlukla çok değerli zaman kaybedilmiştir. Bu farkındalık da çoğu zaman tesadüfen ortaya çıkar. Başka bir hastalık nedeniyle doktora gidildiğinde yapılan bir ölçümde tansiyon yüksekliği saptanır. Çoğu zaman kişi tansiyonunun yüksek olduğuna bile inanmaz. İnanması için ancak komplikasyonların ön planda olması ve bu nedenle doktora gitmesi gerekir.

Bazı hastaların tansiyon değerleri 120/80mmHg’nin altına düşünce başları dönmekte ve kendilerini güçsüz hissetmektedirler. Sertleşen damarlar esnekliğini kazanmadan tansiyon düşürülürse bu kalbin pompa gücünü etkiler ve beyine yeteri kadar kan gidemez. Yani hasta gene yüksek tansiyon yakınması ile değil, tansiyon düşüklüğü yakınması ile başvurur.

An­cak cid­di hi­per­tan­si­yon­lu kişilerde klinik belirtiler çok gürültülü olmaktadır. Bu kişiler baş ağ­rı­sı, kalp ye­ter­siz­li­ği, gör­me bo­zuk­lu­ğu, bi­linç bu­la­nık­lı­ğı ve epilepsi ile hekime gelebilirler. Habis hipertansiyon denilen bu durum da ko­ma ve kafaiçi ka­na­ma olabilmektedir.  Felçlere, koroner kalp hastalığına, kronik böbrek yetersizliğine ve organ yetmezliklerine sebep olmaktadır.

Tansiyonun oluşması

Vücudumuzdaki organ ve dokular, beslenmeleri için gerekli maddeleri ve oksijeni kan aracılığı ile almaktadırlar. Bu kanın dokulara ulaşması için, kalbimizin, kanı kalpten çıkan ana atardamara (aort) ve daha sonra da ondan çıkan diğer atardamarlar aracılığı ile pompalaması gerekmektedir. Yetişkin kalbi, normal durumda her atımda 75 ml kanı ana atardamara göndermektedir.

Kalp, vücudun ihtiyacına göre dakikada 60-100 arası atım yaparak, yaklaşık 5000 cc kanı pompalamaktadır. Kalp hızı veya nabız olarak adlandırılan bu sayı çeşitli mekanizmalarla ayarlanmaktadır. Kalbin kuvveti, damarların direnci ve dokuların ihtiyacına göre belirlenen nabız sayısı ve tansiyon değeri hayati belirtiler olup birçok hastalıkta bu değerler değişmektedir.

Kan basıncı, iki değişkenli bir formüle göre, kalbin çevreye gönderdiği kan akımı ile çevresel (periferik) damar direncine bağlı olarak artar veya azalır.

Kan basıncı (KB) = kalp debisi (KD) x periferik damar direnci (PDD)

Yani kan basıncı yükseldiğinde KD veya PDD’lerden en az biri artmıştır, Her ikisi de artabileceği gibi, özellikle başlangıç dönemlerde bir tanesi azalabilir. Bu da tansiyon yükselmesini erken saptamamızı önler. Genelde tansiyon yüksekliklerinde ana mekanizma damar sertliği olduğundan damar direnci artar. Buna bağlı olarak kalp debisi ve/veya nabız azalır. Çevresel damar direnci de küçük damarların çapına (r) bağlıdır ve 1/r4 ile doğru orantılıdır. Kan basıncı (KB) = KD / r4. Kalp debisinin sabit kaldığını varsayarsak, damarlarının iç yarıçapı %10 oranında tıkandığı zaman, damar direnci dolayısıyla tansiyon yaklaşık % 50 artar.

           

Erişkinde çeşitli hipertansiyon evrelerinde sistolik ve diastolik basınç değerleri

Kan basıncı

Sistolik (mm-Hg)

Diastolik (mm-Hg)

Optimal

Normal

Yüksek normal

Hipertansiyon Evre 1

                     Evre 2      

                     Evre 3

<120

<130

130-139

140-159

160-179

>180

<80

<85

85-89

90-99

100-109

>110

Bu tablo normal olarak adlandırılan, başka herhangi bir hastalığı olmayan kişiler için geçerli olup, diyabetik denilen şeker hastalarında normal olarak kabul edilen değerler 10 mm-Hg daha düşüktür. 

Yaşlıların çoğunda damarların esnekliği azaldığından periferik direnç artar. Kalp kanı en uzak noktalara göndermek için bu direncin üzerinde bir kuvvetle pompalamak zorunda kalır. Biz bu durumda tansiyonu yüksek olarak ölçeriz. Eğer damar esnekliği korunabilirse ve tansiyon yükselmesi için başka bir neden yoksa yaşlılarda bile hipertansiyon olmaz.

Bir diğer önemli nokta gerek sağlıklı bireyler, gerekse hipertansiyonlu hastalarda tansiyon değerleri gün içinde hep aynı olmaz. Bazen ufak bazen büyük değişimler olur. Dinlenmiş vaziyette iken genelde düşüktür. Yorgun iken yüksek olabildiği gibi düşük de olabilir. Burada kalbin pompa gücü devreye girmektedir. Kalbin pompa gücü azaldığı zaman, tansiyon yükselmesini beklediğimiz durumlarda tansiyon değerinde düşmeler görülebilir. Bu durumda beslenme de değişik olmalıdır. Bazı kişilerin gece tansiyonu düşerken bazı kişilerin ise tansiyonu yükselebilir. Egzersiz sırasında ise kalp tarafından pompalanan kanın 4-6 kat artması beklenir. Buna bağlı olarak da tansiyon yükselmesini bekleriz. Burada tansiyon yükselmesinde periferik damar direnci değil, kalp debisindeki artış sorumlu olduğundan, hipertansiyon varlığından söz edilmez. Lakin aynı anda periferik damar direnci artışı da söz konusu ise, beklenenden daha fazla tansiyon yükselmesine şahit oluruz ve kişiler gerekli eforu sarf edemezler.

Hipertansiyon gelişiminde sorumlu mekanizma

HHA (hipotalamo-hipofizer-adrenal) denilen beyinden böbreküstüne kadar uzanan hormonal yol hipertansiyon gelişiminde önemlidir. Tansiyonun kontrolünde beynimizde bulunan hipotalamus adlı merkez görev almaktadır. Bu merkez, damarlar üzerine kan basıncı dâhil olmak üzere, vücudumuzun çok önemli fonksiyonlarının düzgün bir şekilde çalışmasında görevlidir. Hipotalamus da beynin önünde bulunan prefrontal lob ve talamusun kontrolü altındadır.

Gerçekte hipertansiyon için su ve tuz eksikliğine bağlı bir durum diyebiliriz. Birçok kişinin “Ama hipertansiyonda tuz ve su fazladır.” Dediğini duyar gibiyim. Aslında hipertansiyon gelişirken bir fasit daire yaratır. Tuz ve su tutulmasını sağlayan hormonal aktiviteye neden olan hastalıklar olabildiği gibi tuz ve suyun eksikliğine bağlı durumlar da hipertansiyona neden olan hormonal kompansasyon mekanizmasını başlatabilir. Sonuçta vücutta tuz ve su fazlalığı olabilir ama başlatan neden su ve tuz eksikliği olabilir. Burada çok dikkat edilmesi gereken durum tuz derken rafine sofra tuzundan değil, Himalaya tuzunun içerdiği mineral tuzlarından bahsediyorum.

Sizler yediklerinizsiniz- mikro besinler adlı kitapta yazıldığı gibi vücudumuzda oluşan belirtiler yok edilmek için değil, onları ortaya çıkaran sebepleri araştırmamız için bize sunulan birer anahtardır. Bu mekanizmaların farkına varıp onları çözümlemek yerine baştan kaybedeceğimizi bile bile o belirtilerle savaşa girmek bize hayat boyu sürecek kalitesiz bir yaşam ve ilaç kullanımı sunmaktadır.

Tansiyon yüksekliği devam ettikçe sebebi ne olursa olsun, sonuçta atardamarlar esnekliğini kaybederek sertleşirler. Bu nerdeyse devreye giren son mekanizmadır. Bu noktadan sonra artık diğer organ hasarları ön plana geçmektedir. Tansiyonu düşüren ilaçların bazıları çevresel dokulara yeterli kan gitmesini engellediğinden organlarda beslenme bozukluğuna bağlı, ters yönde de hasarlar oluşmaktadır. Dolayısı ile hem yüksek tansiyonun varlığına, hem de dokulara yeteri kadar kan ve dolayısı ile oksijen ve diğer besin maddeleri gitmemesine bağlı tablo ortaya çıkmaktadır. Bu noktada dahi ilk ve en önemli yaklaşım tuz ve suyu azaltmak değil, dengeyi sağlamaya yönelik girişimler olmalıdır. Tabii tedavi ve beslenme bölümünde ele alacağım gibi omega-3 yağ asitlerinin kullanımı da çok önem taşımaktadır.

Tansiyon yüksekliği bir belirtidir. Alarm gibidir. İşlerin yolunda gitmediğini size gösterecek vücudunuzun konuştuğu bir dildir. Dolayısı ile bir alarmı susturmak ne kadar mantıklı ise burada da tansiyonu düşürmek için girişim yapmak o kadar doğrudur. Peki, doğru nedir? Doğru; tansiyonu yükselten nedeni bulup düzeltmek ve bu sırada mekanizmalara olumlu yönde müdahale etmektir.

Bağırsaklarda bulunan yararlı ve zararlı mikrop dengesi, yani flora bozulduğunda bağırsaklarda oluşan inflamasyon, bağırsak geçirgenliğinde de artışa neden olur. Yeteri kadar sindirilemeyen besin parçacıkları kana fazla miktarda geçer. Bu maddeler vücut için yabancı madde durumunda olduğundan, bağışıklık sistemi bu parçaları yok etmeye çalışır. Ortaya çıkan inflamatuar maddeler bütün organlarımızı, bu arada damarları da hasara uğratırlar. Dejenere olan damar zamanla sertleşerek tansiyonun yükselmesine neden olur

Bilerek veya bilmeyerek, gıdalar veya değişik yollarla vücudumuza giren çok sayıda toksik kimyasal maddeler ve ağır metaller de hipertansiyon gelişiminde sorumlu endotel fonksiyon bozukluğu ve inflamasyona yol açabilirler.

Hormonlarla ilgili hastalıklarda da hipertansiyon görülmektedir.

Böbrek üstü bezinin bir çeşit tümörü olan feokromasitomada, vücutta katekolamin denilen adrenalin ve noradrenalin maddeleri fazla salgılanır. Bu hastalarda çarpıntı, hipertansiyon, ani baş ağrısı, terleme, kan şekerinde bozukluklar ve kilo kaybı görülebilir.

Hiperaldosteronizm denilen böbrek üstü bezinde mevcut adenomdan aldosteron hormonunun aşırı salgılanmasına bağlı hipertansiyonda kan sodyumu artar ve potasyum azalır.

Hipertiroidi ve hipotiroidide de tansiyon yüksekliği saptanır.

Kanda kalsiyumun artması ile karakterize hiperparatiroidide de hipertansiyon görülür.

Doğum kontrol hapları ve bazı ağrı kesicilerin uzun süre kullanımı da hipertansiyona sebep olabilir.

Hipertansiyonda tedavi ilkeleri

Tansiyon yüksekliğinde; birçok madde düzeyi artmış bulunur. Fakat bu maddelerle savaşmak anlamsızdır. Bu maddeleri yok etmek yerine, gene bu maddeleri artıran sebeplere müdahale etmek en mantıklısıdır.

Adrenalin, noradrenalin gibi stres hormonları damarların büzülmesini artırarak tansiyon yüksekliğinde görevlidirler. İnsülin hormonu, su ve tuz tutmada rol alır. Susuz kalan ve büzüşen damarları açmak için salgılanan histamin aminoasidi de hipertansiyonda yüksek bulunur. Burada anti-histaminik vermek ne kadar doğru olur?

D vitamininin hipertansiyon tedavisinde faydaları olduğunu gösteren yayınlar mevcuttur. Sizler yediklerinizsiniz- mikro besinler adlı kitabımda D vitamini ile ilgili ayrıntılı bilgi mevcuttur. D vitamininin aktif formu olan 1,25-OH D vitamini, tansiyonu yükselten reninin aktivitesini azaltmaktadır. D vitamini ayrıca inflamasyonu da azalttığı için damar olaylarında etkindir. Belki de güneş ışığı, esas etkili maddedir. Kuantum biyolojisinin daha iyi anlaşılmaya başlanması ile şu anda fark edemediğimiz gerçekler görülür hale gelecektir.

Himalaya tuzunun bir özelliği de güneş enerjisini içermesidir. En çok bilinen özelliği ise içeriğinde sadece sodyum tuzunun değil, birçok mineral tuzunun bulunmasıdır. Günlük tuz miktarının 3-4 gramın altında olmaması ve 5-7 gramı aşmamasına dikkat edilmelidir. Himalaya tuzu magnezyum, kalsiyum, potasyum, çinko, selenyum vb. 84 faydalı elementi içermektedir.

Magnezyum, kalsiyum ve potasyum kalp ve damarların kasılmasını ve gevşemesini kontrol eden önemli minerallerdir. Bu nedenle düzgün bir tansiyon kontrolü için bu minerallerin diyette yeteri kadar olması gerekir. Diyetteki ideal sodyum/potasyum oranının 1/5 ile 1/10 arasında olması arzu edilir. Fakat paketlenmiş gıdalar içindeki potasyum düşük, sodyum ise yüksek olduğundan tüketirken dikkat etmek gerekir. Yeteri kadar kalsiyum tüketen kişilerde sistolik tansiyon 10-15mmHg kadar düşük olabilir. Süt ürünlerinde kalsiyum yüksek olmasına rağmen bağırsaklardan iyi emilmediğinden etkisi azdır. En iyi kalsiyum kaynakları dereotu, roka gibi yeşil yapraklılardır. Bu arada bağırsaklardan kalsiyumun emilmesi için kan D vitamini düzeyi de yeterli olmalıdır. Eğer kanda ve daha doğrusu hücre içinde magnezyum düzeyi düşük ise hücrelerdeki kalsiyum kanalları uyarılarak damarlar büzüşür ve tansiyon yükselir. Diyetteki kalsiyum/magnezyum oranının ideali 2/1olmasına rağmen, sütte bu oran 5/1’dir. Buna karşılık bu oranlar roka ve ıspanakta 2/1, dereotunda ise 3/1’dir. Yeşil yapraklı sebzeler düşük sodyum içeriği ve yüksek potasyum, magnezyum ve kalsiyum değerleri ile tansiyon tedavisi için ideal yiyeceklerdir.

Bağırsaklardaki inflamasyonu azaltmak ve yok etmek için bağırsak florasını korumak ve bozulan dengeyi kurmak gerekir. Bu noktada probiyotiklerden fayda sağlanabilir. Un ve şekerden fakir, sebze, meyve, et, yumurta ve kefir, turşu, yoğurt, şarap, boza, sirke gibi fermantasyon ürünlerinden zengin bir diyet bağırsak florasının koruyuculuğunu artırır. 

Endotel tabakasında mevcut kronik inflamasyon için unlu ve şekerli gıdaları tüketmemek önemlidir. İnflamasyonda sorumlu veya devam ettirici faktörlerden uzak kalmak da önemlidir. Bunlar; omega-3 eksikliği, aşırı omega-6 tüketimi, metabolik sendromun bir parçası olan insülin direnci, D vitamini yetersizliği, aşırı alkol ve sigara, toksinler, yetersiz su tüketimi ve serbest radikallerdir.

İnsülin direnci veya şişmanlığı olan kişilerin en az üçte ikisinde hipertansiyon mevcuttur. Şişman kişilerin verdiği her kilo için tansiyon yaklaşık 20 mm-Hg düşmektedir. Günde 50 gramın üzerinde früktoz tüketmek, metabolik sendroma ve hipertansiyona yol açabileceğinden, içerdikleri antioksidanlara rağmen meyveleri sınırsız tüketmemek önemlidir. Früktoz çeşitli mekanizmalar ile tansiyonu yükseltir. Renin salgısını, anjiyotensin II düzeyini, CRP üretimini artırır. Endotelde damar genişletici nitrik oksit sentezini azaltır. Bu nedenle meyvelerden alınacak früktozu 50 gramı aşmayacak şekilde sınırlamak gerekir.

Omega-3 yağ asitlerinin yüksek tansiyonu engelleyici ve tedavi edici etkileri iki şekilde olur. Birinci etki şekilleri doğrudan damarlar üzerine olan genişletici etkisidir. Damar çeperlerinin omega-3 yağ asitleri ile genişlemesi sonrasında kan damarlarda daha rahat akar. Bu sayede kanın damar cidarına yaptığı basınç da azalır. Omega-3 yağ asitlerinin hipertansiyona karşı koruyucu ikinci etkileri ise oksidasyonu baskılayıcı etkileridir. Omega-3 doymamış bir yağ asididir ve oksidasyona meyillidir. Bu nedenle E vitamini gibi bir antioksidanla beraber alınması önerilir. Omega-3 yağ asitleri balıklardan elde ediliyorlar. Balıkların yaşadığı ortam da hepimizin malumudur. Yıllarca tüm toksinleri denize döktük. Doğa şimdi onları bize geri döndürüyor. O nedenle omega-3’lerin yoğun olduğu dip derin deniz balıklarında toksin bulma olasılığı yüksek. Bunlarda elde edilen yağ asitleri de toksinli ve ağır metalli olabilir. Bu nedenle arıtılmış omega-3’ler tercih edilmelidir.

Omega-3 yağ asitleri, en çok balıklarda ve merada beslenen hayvanların etinde bulunur. Bitkisel kaynaklı omega-3 yağ asitleri ise tedavide pek etkin değildir. Burada omega-3 ve omega-6 arasındaki oranı dengede tutmamız gerekir. Omega-6 yağ asitleri en çok mısır, soya, pamuk ve ayçi­çeği gibi yağlarda bulunur. Bu oranın yaklaşık 4: 1 ile 1: 1 arasında olması arzu edilirken mısır, soya, pamuk, ayçi­çeği gibi yağların aşırı kullanılması, buna karşılık lahana, marul gibi yeşil sebzelerin ve doğal beslenen hayvanlardan elde edilen et, süt ve yumurtanın daha az tüketilmesi  ile bu oran 20-50: 1’e kadar çıkmıştır. Yaptığım incelemeler hipertansiyon tedavisinde 9000 mg kullanılması gerektiğini göstermiştir.

Zerdeçal, zencefil, nane, kimyon, susam, dereotu, karabiber, tarçın, ısırgan, kişniş, kırmızıbiber, çörek otu, üzüm çekirdeği, meyankökü, hardal, zeytin yaprağı, demirhindi, biberiye, soğan, maydanoz, sarımsak ve badem gibi birçok baharatlar, tohumlar ve sebzelerin de inflamasyonu giderici etkileri vardır.

Noni meyvesi, içerdiği maddeler nedeniyle hipertansiyonda kullanılabilir.

E vitamini, damarları gevşeten NO sentezini artırır.

C vitamini de damarları gevşeten NO sentezini artırarak etki gösterir.

KoenzimQ10, oksidatif stresi azaltarak dolaylı yoldan nitrik oksit sentezini de artırır. Mikro besinler kitabında antioksidanlar bölümünde geniş olarak üzerinde durulmuştur. Besin takviyesi olarak alınmalıdır. Günde 200-400 mg alınması önerilir.

Sarımsak antioksidan etkisi ile damar çeperini hasardan korur.

Zeytin yaprağında bulunan oleuropein adlı madde damar genişletici etkiye sahiptir.

Su, özellikle sağlıklı su tansiyonu kontrol altına almada çok önemlidir. Günde 3 lt civarında içilmesi gerekir. Minerallerden zengin olması önemlidir ama çoğu kişi farkında olmadan yumuşak su içerek gerekli mineralleri alamamakta ve içtiği su bile etkisiz kalmaktadır. Bu konuyu su ve tuz hakkındaki kitabımda geniş olarak bulacaksınız.

Düzenli egzersiz hafif ve orta derecede hipertansiyonda kan basıncını 10 mm-Hg kadar düşürür. Fakat egzersiz süresi ve yoğunluğu ile tansiyon düşmesi arasında ilişki yoktur. Tansiyonunuz düşsün diye kapasitenizin üzerinde egzersiz yaptığınızda tansiyonunuz iki şekilde değişir. Yorgun düşer ve kalbinize gelen kan miktarı azalırsa, tansiyon düşüklüğü saptanır ama bu tansiyon düşüklüğü hastalığınızın iyi olmayan evresinde olduğunuzu gösterir. Ya da stres arttığı için tansiyonunuz yükselir. Bu da hem endotel hasarını, hem de ateroskleroz denen damar sertliğini artırır. Egzersiz yaparken konuşabilecek durumda olmalısınız ve nefesinizi tutmamalısınız. O nedenle ancak başlangıç dönemlerde ve hafif egzersiz, özellikle yürüyüş önerilir. Bisiklete binebilir veya yüzebilirsiniz de. Ağırlık kaldırma gibi dirençli egzersizler genellikle hipertansiyonu olan kişilere önerilmez. 

Bazı olgularda ilaç tedavisinden faydalanılabilir. Diüretik denilen idrar söktürücülerin kullanılmasını önermiyorum. Zira daha önce de söylediğim gibi, hipertansiyon su ve tuz eksikliğidir. Damar içindeki sıvı basıncını azaltmak için suyun idrar yolu ile atılması mantıklı gibi dursa da olayı çözmediği gibi, süreci olumsuz yönde etkilemektedir. Ayrıca yan etkiler de ortaya çıkabilmektedir. Tiazid denen idrar söktürücüler seksüel fonksiyon bozukluklarına, görme bozukluklarına, potasyum eksikliğine bağlı halsizliklere, kalp ritm bozukluklarına, baş ağrısına ve hazımsızlığa  neden olurlar. Ayrıca magnezyum, kalsiyum, sodyum gibi elementlerin kaybına da yol açarlar. İnsülin direncine neden olurlar ve serum ürik asit miktarını artırırlar. Furosemid (Lasix) isimli idrar söktürücü ise B1 vitamini eksikliğine neden olarak kalp yetersizliğine yol açabilir. Diğer tansiyon düşürücü ilaçlar gerçekten etkilidirler. Fakat yan etkileri nedeniyle hayat kalitesinde düşmeye yol açabilirler.

Vücut içinde sistemler arasında uyumsuzluk varsa, su ve tuz eksiliyorsa, oluşan bozuklukları kompanse etmek için başka mekanizmalar devreye giriyorsa tansiyon da yükselecektir. Hipertansiyon sonuçta sebep olduğu damar sertliği nedeniyle tehlikeli bir durumdur. Tabii bu yüksek tansiyon pek çok hastalığın ortaya çıkmasını sağlayan bir nedendir aynı zamanda ve bu yüzden mutlaka yok edilmelidir. Ama tansiyonu düzeltirken, esas amaç tansiyonu yükselten nedenleri bulup onları düzeltmek olmalıdır. Alarmı susturmak, kişinin kendisini rahatlamış hissetmesine ve sanki hastalık düzelmiş gibi düşünmesine neden olabilir. Bu da hastanın gerekenleri yapmasının önüne geçebilir. Beslenme önerileri sadece hipertansiyona yöneliktir. Tansiyon yüksekliğinin altında yatan neden olarak toksinler, ağır metaller, manyetik alanlar, bağırsak geçirgenliğinin artışı ve inflamasyon, damar duvarında inflamasyon, hormonal bozukluklar, hipotalamo-hipofizer aksın bozuk çalışması vb. varsa bunların da düzeltilmesi gerekir. Physiotron elektromanyetik alan düzenlemesi hipertansiyonda faydalıdır.

 

Adresimiz

 Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
 (0216) 411 95 98
  (0530) 605 36 79
Bağdat Caddesi, Selamiçeşme, Fenerbahçe Mah. 160/1 A BLOK PK : 34726 Kadıköy - İstanbul

Hakkımızda

Dr Remedy "SAĞLIĞINIZ BAŞARIMIZDIR" sloganına esas olmak üzere sizler için hazırladığı, size en uygun programı tespit edip bunu uygulayıp toplumu oluşturan ve oluşturacak bireylere daha anne karnından itibaren sağlık bilinci ve sağlık kazandırarak sağlıklı nesiller yetişmesine katkıda bulunmayı planlar..

Sosyal Medya: